Her sabah uyandığımızda gökyüzüne bakarız ve onun masmavi, temiz bir şekilde karşımızda olduğunu görmek içimizi huzurla doldurur. Hatta çoğu zaman hayallere dalarız; kimi zaman başka bir yerde kendimizi hayal eder, kimi zaman uçakta seyahat ettiğimizi düşünürüz. Seyahat etmeyi, yeni yerler keşfetmeyi sevmeyen yoktur diye düşünüyorum. Birçoğumuz, seyahat ederken konfor, erişilebilirlik, güvenilirlik ve hız gibi sebeplerden dolayı havayollarını tercih ediyoruz.
Artan bu talepler, havayolu şirketlerini filolarını büyütmeye teşvik ediyor. Peki ya gökyüzü? Gökyüzü de filolarla birlikte genişliyor mu?
Uçak sayısındaki artış, atmosfere salınan egzoz gazlarının miktarını da artırıyor. Bu durum gökyüzümüzün kirlenmesine neden olmuyor mu?
İşte bu yazımızda, gökyüzünü en yoğun şekilde kullanan havacılık sektöründe bu sorunlara çözüm olarak geliştirilen Sürdürülebilir Havacılık Yakıtı (Sustainable Aviation Fuel - SAF) konusunu ele alacağız.
Havacılık sektörü, her geçen gün daha temiz bir geleceğe doğru yol alıyor. Ancak 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşmak mümkün mü? Bunun yolu nereden geçiyor? Peki nedir bu SAF, neden bu kadar önemli?
Sürdürülebilir Havacılık Yakıtı (SAF), mevcut fosil yakıtlara alternatif olarak geliştirilen, yenilikçi ve çevre dostu bir yakıt türü. SAF’ın en büyük özelliği, bitkisel yağlar, atık yağlar ve tarımsal kalıntılar gibi yenilenebilir kaynaklardan üretilmesi. Bu özelliği sayesinde yaşam döngüsü boyunca karbon emisyonlarını yüzde 80’e kadar azaltma potansiyeli taşıyor. Önemli olan, SAF’ın sadece çevreye değil, havacılık sektörünün mevcut altyapısına da uyum sağlaması. Yani uçak motorlarında veya yakıt sistemlerinde büyük değişiklikler yapmaya gerek kalmadan kullanılabiliyor.
Ancak bu tablo o kadar da kolay değil. Şu anda SAF’ın küresel üretimi, havacılık sektörünün toplam yakıt ihtiyacının yalnızca yüzde 0.1’ini karşılayabiliyor. Üstelik maliyeti, geleneksel jet yakıtına göre iki ila beş kat daha yüksek. Bu durum, havayolları için büyük bir maliyet baskısı oluşturuyor. Ayrıca SAF üretimi için gerekli tesislerin sınırlı sayıda olması, yakıtın yaygınlaşmasını zorlaştırıyor.
Bazı havayolu şirketleri ise bu zorluklara rağmen öncü bir rol üstlenmiş durumda. Örneğin, United Airlines, 2021 yılında tamamen SAF ile çalışan bir test uçuşu gerçekleştirdi. Bu adım, sadece bir teknoloji gösterimi değildi; aynı zamanda havacılık sektörüne, karbon emisyonlarını azaltma konusundaki kararlılığını da gösterdi. Benzer şekilde KLM ve Lufthansa gibi şirketler de uzun vadeli SAF kullanım planlarını devreye almış durumda.
Peki ya hava taksiler? Daha kısa mesafeli uçuşlar için tasarlanan bu küçük ve çevik araçlar, SAF kullanımında nasıl bir rol oynayabilir? İlginç bir şekilde, hava taksi segmentinde SAF kullanımı şu anda yaygın değil. Bunun yerine, bu alanda elektrikli ve hibrit teknolojiler ön plana çıkıyor. Örneğin, tamamen elektrikle çalışan hava araçları geliştiren şirketler, kısa mesafelerde karbon emisyonlarını sıfıra indirmenin yollarını arıyor. Volocopter gibi şirketlerin geliştirdiği dikey kalkış ve iniş yapabilen araçlar (eVTOL), hava taksi sektöründe sürdürülebilirlik adına devrim niteliğinde adımlar atıyor.
Geleceğe bakıldığında, SAF’ın havacılık sektörünün dönüşümünde önemli bir rol oynayacağı açık. Avrupa Birliği’nin "Fit for 55" paketi gibi girişimler, SAF üretimini teşvik ederek karbon emisyonlarını azaltmayı hedefliyor. Ancak bu hedeflerin hayata geçmesi için sadece teknolojik yenilikler değil, aynı zamanda küresel bir iş birliği ve ekonomik sürdürülebilirlik de şart.
SAF, geleceğin havacılık yakıtları arasında önemli bir yere sahip olsa da, tek başına bir çözüm değil. Hidrojen, elektrikli uçaklar ve hibrit sistemler gibi yenilikçi teknolojilerle birlikte çalışarak sektörde köklü bir dönüşüm yaratacak. Bugün yapılan yatırımlar ve geliştirilen çözümler, sadece havacılık sektörünü değil, tüm dünyayı daha sürdürülebilir bir geleceğe taşıyor. Daha temiz bir gökyüzüne sahip olmak için kurduğumuz hayaller artık gerçek oluyor. Hayallerimiz, egzoz emisyonunun olmadığı bir geleceğe doğru evriliyor.